55 entry daha
  • çünkü büyümek denen şey, kalbin çürüyüşünü izlemekle başlıyor.
    çocukken dünyanın adil olduğuna inanırsın, büyüyünce dünyanın adil olmadığını kabul etmek zorunda kalırsın. sonra bir gün o adaletsizliğin parçası olduğunu fark edersin. ve işte o gün, “olgunlaştım” dersin.
    olgunlaşmak denilen şey, aslında yaraların kabuk bağlaması değil... hissizleşmesidir. başkası ağlayınca koşan çocuğun, gözyaşına bakıp yoluna devam eden yetişkine dönüşmesidir. duyguların yerine alışkanlıkların, acımanın yerine önceliklerin geçmesidir.
    birine yardım edemeyeceğini bile bile görmezden gelmeyi öğrenmek, işte büyümek budur.
    çünkü bu düzen acımayı zayıflık sayar. çünkü bu ülkede merhamet gösterirsen enayi olursun, iyi kalpliysen kullanılırsın, anlayışlıysan unutulursun.
    acı çekmiş herkesin ortak dili bu yüzden: “kimseyi takmıyorum artık.”
    olgunlaştıkça duygusuz ve acımasız oluruz… çünkü başka türlü ayakta kalamazsın.
  • 32 yaşından sonra gelen güncelleme
  • meyvenin olgun hali, tatlı halidir.
    daha da beklerseniz çürüme aşamasına geçer.

    duygusuz ve acımasızlık, çürümenin başladığını gösterir. meyvelerin olgunlaşamadan çürüdükleri de olur.
  • artık herşeyin farkındasındır da ondan
  • çocukken hayatı bilmiyoruz:

    1- küçükken, kötüler filmlerde olur sanıyoruz, bazen normal insanların da kötülük yapabileceğini bilmiyoruz.

    büyüdükçe, her yerde kötülük olabileceğini farkediyoruz. insanların sadece iyi ya da sadece kötü olmadığını, bazı durumlarda gri alanlar olabileceğini öğreniyoruz.

    2- çocukken, kötülükleri durdurabileceğimizi sanıyoruz.
    mesela sınıf arkadaşımızın başına bir haksızlık geldiğinde buna engel olabiliriz gibi geliyor.
    sokaktaki aç kediyi alıp evde bakabileceğimizi sanıyoruz.

    büyüdükçe, süper kahraman olmadığımızı, tüm kötülüklere müdahale edemeyeceğimizi öğreniyoruz.

    bu iki durum, insanı duygusuzlaştırıyor.
    çocuk gibi düşünsek, hissetsek; deliririz.
    büyüdükçe derimiz kalınlaşıyor.

    lösemi hastalara bakan bir çocuk doktorunu düşünün, kaybettiği ilk hastasına duyduğu üzüntüyle, kaybettiği bilmem kaçıncı hastasına hissettiği üzüntü aynı olamaz (aynı olsa, o mesleği yapamaz).

    tamamen hissizleşmemek lazım tabi.
    ünlü kişisel gelişim lafı var ya

    “değiştiremeyeceğim şeyler için sabır, değiştirebileceğim şeyler için güç, bu ikisinin farkına varmam için akıl diliyorum”

    - geri kalan özellikler, yaşla derinleşiyor.

    cahil ve açgözlü insanlar daha da cahil ve açgözlü oluyor, anlayışlı ve hoşgörülü insanlar daha da anlayışlı ve hoşgörülü oluyor.

    çocukken arkadaşlarının oyuncaklarının çalanlar, büyüdüklerinde yolsuz falan oluyor işte.

    tahammülsüz kişiler daha tahammülsüz oluyor vs vs

    acımasızlık da böyle bir özellik; yaşla değil, karakterle ilgili.

    not: sınır çizmeyi de büyüdükçe öğreniyoruz.
    sınır çizmeyi acımasızlık olarak görenler olabilir ama bence öyle değil.

    fırsatçı şekilde sınır çizmek, acımasızlık olan o (birine ihtiyacımız varken tolere edip, onun bize ihtiyacı olduğunda mesafe koymak yani).
  • varmış bu ya. oluyo yani. değişik bişi ya hayat sürekli pokemon gibi değişiyosun amk ahahha
  • bıyık burula burula kaytan insan sikile sikile şeytan olurmuş
  • olgunlaşmakla hiç ilgisi yoktur..
    hayatın yükleri, yaşanan hayal kırıklıkları ve güven sarsıntıları, insanı duygularını bastırmaya, hatta zamanla duygusuz ve acımasız olmaya itebilir. olgunlaştıkça bazı insanlar, empatiyi zayıflık olarak görmeye başlar, duygularını göstermekten kaçınır ve sert bir kabuğun arkasına saklanır. oysa gerçek olgunluk, duygularını inkâr etmek değil, onları yönetebilmektir.
  • muhtemelen olgunlaşmanın ne olduğu tam olarak idrak edilmemiştir. zira olgunlaşmayla paralel olarak insanda hoşgörü, iyi niyet, anlayış, esneklik, kabul, empati, sevgi, şefkat artar.
    olgunlaşma yaşlanma, ekşime, katılaşma değildir.
  • bize acımadılar, biz neden acıyalım?
16 entry daha
hesabın var mı? giriş yap