hesabın var mı? giriş yap

  • iki sene önce.
    cerrahpaşa'ya yatıyorum.
    teşhis kötü, tanı kötü..

    cerrahpaşa geceleri karanlık, ıssız. aylarca yatıyorum, duvara görünmez çentikler atarak. on adım sayıyorum odamda, ayağa kalkabilsem on adım atarım odadan çıkmak için. ayağa kalkabilsem, şu pencereyi olsun açabilsem, yıldızları görebilsem... oysa odam çamaşırhaneye bakıyor, biliyorum.

    gece ıssız, gece uğursuz gibi sessiz. telefonuma bir mesaj düşüyor, tanrı'nın tesadüfler yoluyla benimle eğlendiğini düşünüyorum. deliler gibi ağlıyorum sonra, sonra gülmeye başlıyorum halime.

    "volkan konak- cerrahpaşa şarkısını xx kontöre cebine indir" diyen bir spam telefona düşen. inanır mısınız indiriyorum sittin kontöre, zil sesi yapıyorum. " cerrahpaşa'ya koydum canımın yarısını " diyecek kimsem olmadığı için o vakit, anamdan başka, daha bir ağlatıyor şarkı...

    orada öyle ince, öyle derinden anladım ki ben bu adamı. acısını acıma karıştırıp öyle bir ağladım ki, kimseler duymadan öyle feryatlar çıktı ki ağzımdan.

    şimdi her halta inat ayaktayım, şükür. cerrahpaşa'da değil, evimdeyim ama.. öyle bir anladım, öyle bir sevdim, öyle bir acısına ortak oldum, öyle bir ağladım ki bu adamla. işte bu yüzden tüm sikko anketlerde, ne zaman kim sorsa "en sevdiğin sanatçı kim?" diye, hep volkan konak derim. içten, yürekten söylerim, öyledir.

    az evvel cerrahpaşa'yı söyledi yine.
    öyle güzel söyledi ki...

  • aradan dört sene geçmiş, bu gece bir bakayım dedim muhabbet aynı..

    murat bardakçı: ıhmhmmo ııhmmmsmamsf ımfmmfms namhımmhmfffssmmıhm
    erhan afyoncu: şimdi öyle diyusun da, unu da bir başka kaynakta incelerken çok enteresan bişiye denk geldim yalnız şu var
    murat bardakçı: şimdi bi mail gelmiş. okuyorum ıhmhmmıhmhmhm.. sensin o, terbiyesiz!

  • kanuni'den sonra tahta kim oturacak diye tahminler yapanların olduğu dizi. "favorim selim" diyen olmuş bir de. yok yok cidden bir deneyin parçasıyız millet olarak.

  • bir yavru geyik doğduğunda doğum kokusunu alan yırtıcılar oraya yöneliyor. izlediğim bi belgeselde anne geyik doğum yaptı hemen yalamaya başladı koku gitsin diye. ama bir çakal kokuyu duyup gelmişti bile. yavru geyiğin kasları daha kasılı, zar zor yürüyebiliyor, koşamaz. anne geyik yavrusundan uzaklaşıyor ve topallama numarasıyla yaralı ve kaçan bir geyikmiş gibi yapıyor. bunu gören çakal ona mı saldırsam buna mı diye düşünürken minik geyik otların arkasında saklanıyor ve eğer rüzgar da onun lehineyse çakal izini kaybediyor, anne de kaçıyor. çakal eli boş dönüyor ve yavru geyik ilk hayatta kalma sınavını atlatıp annesine gidiyor.
    ya sen alt tarafı bi geyiksin. topallayım da dikkatini dağıtayım diyecek kadar zeki olabilir misin? oluyormuşsun demek ki.

  • saat 01.20 itibariyle didem arslan konukları nurettin veren ve ahmet keleş'e yorulmadınız değil mi bu gidişle bi kaç saat daha devam edeceğiz diye soruyor. akabinde arkadaşlar konuklarımıza çay getirelim diye ekliyor. o da biliyor ki "şakirtin mazotu çaydır" çayı depoya doldurdumu sabah ezanına kadar tam performans devam eder tecrübeli bir mübarek.

  • ekip çalışması gereken film, tiyatro, çizgi roman, video oyunu gibi üretimlerde senaryo yazarları genellikle üretimin ilk aşamasını gerçekleştirir ve nihayetinde tamamen görsele dökülecek olan hikâye onlar için bu aşamada sadece metinden ibarettir. sahneleri zihinlerinde görselleştirirler fakat nihayetinde ortaya çıkacak görsele dair tahminleri her zaman tam olarak isabetli olmayabilir. bazı senaristler daha en başından akıllarında bir aktör, tasarımcı veya çizer düşünerek yazarlar ve bu durum onların metinlerini zihinlerinde görselleştirmelerine yardımcı olur. ekip çalışmasının sağlıklı bir şekilde sonuçlanabilmesi için senaryo ile bunun görselleştirilmiş halinde kullanılan üslubun (filmler için aktör seçimi, sahne tasarımı görüntü yönetmenliği, çizgi roman ve video oyunları gibi sanatlar için çizim ve tasarım üslupları vb.) uyum içerisinde olması gerekir. senaryoya uygun şekilde görselleştirilmesi eserin sağlıklı bir şekilde tamamlanmasını sağlar. görselleştirme üslubunun doğru tercih edilmesi, uyumun da ötesine geçerek, kendi başına bir hikâye elementi haline gelir; senaryo ve görsel arasındaki ilişkiyi bir katman daha güçlendirir, senaryoyu daha kuvvetli kılarken senaryonun da görselle kaynaşma seviyesini artırır. metin ve görselin kaynaşması bakımından en önde gelen sanat biçimlerinden olduğu için çizgi roman bu konuda incelenmeye değer bir branş teşkil etmektedir.

    çizgi roman, hikâyenin çizim ve metin birlikteliği ile, birbirlerini takip eden paneller vasıtasıyla anlatıldığı bir sanat biçimidir. çizim ve yazı olmak üzere iki farklı anlatım ve ifade biçiminin kaynaşmasıyla ve uyumuyla ortaya çıkmaktadır. kimi uzmanlara göre çizgi romanın kökeni, lascaux mağara resimlerine kadar geri gidebilir. bu bağlamda hikâye anlatmak için resimlerden yardım alma fikrinin insanlık kadar eski olduğu görüşü öne sürülür. çizgi romanın, mağara resimlerinden başlayıp sürekli gelişim göstererek her çağda ve çeşitli medeniyetlerde kendini göstermesi bir sanat biçimi olarak geçerliliğine vurgu yapmaktadır ve günümüzde çağdaş sanat-edebiyat türleri arasında kendisine özgün ve ciddi bir yer edinmiştir. modern anlamda çizgi roman için ise anlatımsal özelliklerine ek olarak basılı olma şartının da aranması gerektiğinden, günümüzdeki haliyle çizgi romanın tarihçesi matbaanın gelişiminin tarihçesiyle paralel seyreder. bu bağlamda ilk çizgi romanlar metinleri destekleyici görseller ile ortaya çıkmıştır. bu durum onları çizgi romandan ziyade kitap illüstrasyonu türüne yakın tutmuştur. fakat zaman içerisinde görselin metin ile uyumlu kullanımı konusunda gelişmeler yaşanmış, panel sistemi, düşünce kutuları ve konuşma balonları gibi yenilikler eklenerek çizgi roman günümüzdeki nihai formuna kavuşmuştur. günümüzde çizgi romanın en popüler ekollerini “comics”, “manga”, “frankofon-bd” ve “fumetti” türleri oluşturur. comics, abd merkezli olup, “ana akım” tabir edilen süper kahraman çizgi romanları tarafından domine edilmiştir. “manga”, japonya merkezli olup kendisine has çizim ve hikaye anlatım üslubuyla ortaya çıkar ve bu bağlamda “anime” adı verilen japon çizgi filmleriyle yakından ilişkilidir. “frankofon-bd”, fransa ve belçika merkezlidir ve tüm türler içerisinde gerek görselliği gerek hikayeleriyle en sanatsal çizgi romanları bünyesinde barındırdığı söylenebilir. “fumetti” ise italya merkezli olup genellike kült holywood film ve aktörlerinden esinlenilerek yaratılmış devamlı seriler ile ön plana çıkmakta olup, baskın hikayelerini western’ler oluşturmaktadır.

    çizgi romanda çizim üslubunun hikâye bakımından önemi

    çizgi roman çizim ve metnin uyumlu bir karışımı olarak ortaya çıkan bir sanat türü olduğu için, hikayeye uygun bir çizim üslubunun tercih edilmesi önemli bir husustur. her çizerin tarzı her hikaye için uygun olmayabilmektedir. uygun bir çizim üslubunun kullanılmasının da ötesinde, bu üslup, sadece hikayeyi görsele döken bir araç olmaktan çıkıp, bizzat kendisi bir hikaye elementine dönüşmektedir.

    çizim ve metnin bir karışımı olarak çizgi romanda resimlerin, metne eşlik etmek gibi bir misyonu söz konusuyken, bu resimlerin sadece metni süsleme amaçlı kullanılması istenmeyen bir durumdur. çizgi romanda metin, resim ve tipografik öğeler (düşünce kutuları ve konuşma balonları) birbirlerini tamamlamalı ve tek başlarına elde edemeyecekleri bir etkiyi yaratabilmelidir. böylelikle görüntüler sözel anlatıma dönüşürken, sözel anlatım da görsellere dönüşmektedir. metin, çizimde görülemeyecek kısımları ifade ederken, çizimler de dikkati odak noktalarına çekmeli, hareketin hızını artırmalı ve dramatik vurgu için okurun zamanı ve olayları algılama biçimini manipüle etmelidir. çizgi romanda çizim ve metin arasındaki ilişki tek panel ve tüm paneller olmak üzere iki başlıkta ele alınabilir. her bir panel kendi içinde ayrı bir çizim ve yazı dengesine sahipken, aynı şekilde, bir sayfada, hatta çizgi romanın genelinde de benzer bir çizim-metin dengesi söz konusudur. bu dengeler sürekli değişkendir, ne zaman çizimin, ne zaman yazının ön plana çıkacağı veya ne zaman eşit olarak kullanılacağı, kurgunun biçimine ve anlatılmak istenen hikayeye göre değişime uğrar.

    çizimin metin ile uyumlu kullanımı ve panellerdeki dengeye ek olarak, tercih edilen çizerin, dolayısıyla çizim üslubunun, hikâyenin yapısına uygun olması gerekmektedir. bu durum anlatımı bir katman daha derinleştirir ve çizgi romanı daha kaliteli kılar. çizim üslubu hikâye ile uyumlu olduğunda hikayeyi doğru şekilde aktarmanın da ötesine geçer ve çizim üslubunun bizzat kendisi bir hikaye unsuru olur. çizimdeki küçücük ayrıntılar bile, bir hikayedeki önemli gelişmeleri ön plana çıkarabilir. soyut, dışavurumcu veya sembolik bir imge, yoğun olarak hissedilen bir duygunun anlatılmasını güçlendirebilir. aşırı stilistik bir seçim, bir hikâyenin her anına baskın bir ruh hali ile yatırım yapabilir. çizim üslubuna ek olarak, illüstrasyonda kullanılan boya / renklendirme türü de farklı anlamlar barındırır. teknik yalnızca çizimde iletilen mesajı taşıyan bir araçtan ibaret değildir; görselleştirilen konuya, mesaja veya düşünceye anlam düzeyinde büyük oranda katkı sağlayan bir öğedir. çeşitli malzemelerin kullanılması vasıtasıyla çizimlerin görsel tesiri ve kavramsal altyapısı kuvvetlendirilebilir. nihayetinde resimleme tekniklerinin yalnızca görsel anlamda ilgi çekici olmadığı, iletinin anlatımına ve mesajı iletebilme fonksiyonuna önemli ölçüde katkıda bulunabileceği görülmüştür. tercih edilen tekniğin biçim ve içerik ilişkisi bakımından görselleştirilen konunun kavramsal altyapısını destekleyici nitelikte olması, resimleme sürecini daha kuvvetli kılar.

    örneğin dick tracy’de chester gould, yetişkinlerin karanlık ve ölümcül dünyasını canlandırmak için cesur çizgiler, küt açılar ve yoğun siyahlar kullanırken, carl barks’ın varyemez amca’sında kullandığı yumuşak kavisler ve açık çizgiler gençlik, maymun iştahlılık ve masumiyet ifadelerini taşır. r. crumb’ın dünyasında masumiyetin kavisleri, modern yetişkinliğin nevrotik fırça darbeleriyle ihanete uğrayıp ızdırapla dışlanırken, krystine kryttre’nin sanatında çocukluğun kavisleriyle munch tarzı çılgın çizgiler, deli bir çocuk imgesi yaratır. 1960’ların ortalarında, ortalama marvel okuru, ergenliğe girmek üzere olan gençlerden oluşuyorken, popüler çiniciler kirby/sinnott’a öykünen dinamik ama dost canlısı çizgiler kullanırlardı. ama marvel’in okur tabanı ergenlik endişeleriyle tanışır tanışmaz, rob liefeld’in saldırgan ve tırtıklı çizgileri çok daha uygun görünmeye başladı. onyıllar boyunca renkli çizgi romanlarda nick cardy gibi sanatçıların kendilerine özgü üslupları, her hikâyeye kişisel bir damga vurmuşken, jules feiffer’in düzensiz çizgileri, modern hayatın içsel çatışmalarının bir pandomimi içinde kendi kendileriyle savaşır. jose munoz’un sanatında yoğun mürekkep birikintileri ve yıpranmış çizgiler, fesat ve çürümüşlüğün kol gezdiği bir dünyayı betimlerken, joost swarte’nin körpe ve zarif çizgileriyle gözalıcı tasarımları, ironi ve havalı bir bilmişlik taslar. spiegelman’ın “cehennem gezegeninde bir tutsak” adlı eseri, özellikle kullanılmış ekspresyonist çizgileriyle, gerçek bir korku hikayesi anlatır. eisner’ın modern işleri ise, çizgi üslubundaki geniş yelpazeyle, birçok duyguyu ve farklı ruh halini yansıtır.

  • lanet olsun çocuklara dokunanlara, lanet olsun çocuklara kıyanlara.

    içişleri bakanı ali yerlikaya yaptığı açıklamada narin'in ailesine baş sağlığı dilemiyor. böylece narin'i kimin katlettiği net olarak anlaşılıyor.

  • netflix'deki the six triple eight filminin gerçek hikayesi olan six triple eight taburunun hikayesi:

    ikinci dünya savaşı sırasında, abd askeri politikaları ve toplumsal normlar katı ırksal sınıflandırmaları dayatıyordu. örneğin latin kökenli kadınlar genellikle siyah ya da beyaz olarak tanımlanıyordu. six triple eight'in bir üyesi olan afro-meksika kökenli lydia thornton, askere alınırken bu kararla karşı karşıya kalmıştı.

    six triple eight, abd ordusu'nun bir krizini çözmek için oluşturuldu: avrupa'daki birlikler için 3.7 milyondan fazla teslim edilmemiş mektup ve paket birikimi. kulağa savaş zamanındaki en acil sorunlardan biri gibi gelmeyebilir, ancak çatışma sırasında gönderilen postalar askerlerin evleriyle hayati bir bağlantı kurmasını sağlıyor ve büyük bir moral kaynağı oluyordu.

    bu durum acil müdahale gerektiriyordu ve savaş bakanlığı da buna, tamamı siyahilerden oluşan ve siyahi subaylar tarafından yönetilen 6888.(six triple eight) merkezi posta müdürlüğü taburu'nu kurarak yanıt verdi. görevleri: birikmiş iş yükünü temizlemek, posta sistemini yeniden kurmak ve askerlerin moralini yükseltmekti.

    six triple eight, abd ordusu kadın kolordusu'nun bir parçasıydı. bu birlik mayıs 1942'de kadınlar ordusu yardımcı kolordusu (waac) olarak kurulmuştu. 1944'ün sonlarına doğru yaklaşık 14.000 wac(women army corp) denizaşırı ülkelerde görev yapıyordu. ancak, abd ordusu'nun ayrımcılık politikası nedeniyle, siyah wac'ler bu görevlerden dışlanmış, eğitim ve niteliklerine rağmen eyalet çapındaki rollerle sınırlandırılmıştı.

    bu dışlamaya mary mcleod bethune gibi sivil haklar liderleri karşı çıktı ve first lady eleanor roosevelt ile birlikte siyah wac'ların yeteneklerini vurgulayarak savaş bakanlığı'na harekete geçmesi için baskı yaptı. six triple eight'in kuruluşu bethune'nin "denizaşırı savaşta siyah kadınların da bir rolü olması gerektiği" yönündeki kampanyasına cevap verdi ve şubat 1945'te avrupa'da görevlendirildiler.

    şubat 1945'te glasgow'da karaya çıkan kadınlar gayda sesleri ve gemide teftiş yapan tuğgeneral davis'in varlığıyla karşılandı.yolculukları birmingham, ingiltere'ye kadar devam etti ve burada abd askerleri ve ingiliz vatandaşları tarafından sıcak bir şekilde karşılandılar. kadınlar, amerikan birliklerinin konaklama yerlerini hazırladığı king edward's school'da konakladılar.

    6888. merkez posta müdürlüğü taburu, avrupa harekat sahasındaki abd birlikleri için birikmiş büyük bir posta yığınını temizleme gibi bir görevleri üstlendi. ingiltere'nin birmingham kentindeki birinci üs postanesine vardıklarında 3,7 milyon adet teslim edilmemiş posta ile karşılaştılar. bunlar evden gelen mektuplardan, yiyecek ve hediyelerle dolu paketler vardı .

    yer belirleme kartları ve merkezi rehberlerden oluşan bir sistem kullanan kadınlar, günün her saati sekiz saatlik üç vardiya halinde çalışarak, doğru teslimatı sağlamak için güncelliğini yitirmiş yer belirleme bilgilerini çapraz referanslama yaparak güncellediler. adresler doğrulanamadığında, teslim edilemeyen postalar göndericiye iade ediliyordu.

    six trible eight taburu, birmingham'daki mektup ve paket yığınını sadece üç ay içinde temizledi. bu onlara ayrılan sürenin yarısı kadardı. başarıları, fransa'nın rouen kentine yeniden atanmalarına yol açtı .

    taburun üç üyesi ( mary bankston, mary barlow ve dolores browne ) bir araç kazasında vefat ettiler. bugün bu üç kadın normandiya amerikan mezarlığı'nda gömülü olan sadece dört kadından biridir.

    savaştan sonra six triple eight amerika birleşik devletleri'ne döndü ve birlik mart 1946'da new jersey'deki camp kilmer'da resmen dağıtıldı. binbaşı charity adams dönüşünde yarbaylığa terfi ederek kolordu'daki en yüksek rütbeli kadınlardan biri oldu . kadınların çoğu için askerlik geçici bir dönemdi. bazıları silahlı kuvvetlerde kalırken, çoğu sivil hayata geri döndü.

    kaynak