hesabın var mı? giriş yap

  • genellikle tarzı sorular ile insanı çileden çıkartan yarışma. şirket telefonlarında genellikle hangi rakam ile çıkış yapılır veya şirketlerde genellikle hangi tarihlerde ödeme yapılır sırasıyla 9 ve cuma günüymüş.

    bizde 0 ve salı günleri doğru cevap, ne olacak şimdi? böyle saçma soru tarzı mı olur lan?

  • abd'de üç müslüman üniversite öğrencisi bir terör saldırısına kurban gittiğinde aşağıdaki açıklamayı yapmıştı.

    "ben, sayın obama'ya sesleniyorum! 'neredesin başkan' diyorum! dışişleri bakanı’na, biden'a sesleniyorum, 'neredesiniz' diyorum! biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz.
    tavrımızı ortaya koymak zorundayız. çünkü halk size oylarını verirken 'benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor. eğer siz, bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız dünya da size her zaman sessiz kalacaktır!"

    bugün kendi ülkesinde işlenen cinayetlerden, fıtratlardan, bombalamalardan, canlı bomba teröründen nedense hiç kendini sorumlu hissetmemiş ve bakanlarını da hissettirmemiş birinin yukarıdaki cümleleri söylemiş olması ne kadar ironik.

  • "son dönemlerde kendini canlı bomba olarak patlatanların cumhuriyet gazetesiyle olan ilişkilerini" göremiyorum ben. araştırıyorum. kendilerine yönelen oku başka tarafa yöneltmeye çalışan akp trollerinden başka bir kaynak göremiyorum. otoparkı olmayan cumhuriyet binasının otoparkında aracın iki gün bekletildiği yazılıyor, daha sonra köpek gibi siliniyor.

    devlet düşmanlığı yapıyormuş can dündar. bomba istihbaratı geldiği halde olağanüstü hal ilan etmeyen, sokağa çıkma yasağı koymayan, adam gibi kontrol yapmayan devletin düşmana ihtiyacı mı var?

    başkentinde 5 ayda 3 bomba patlatılan (arada bir de istanbul'daki patlama var) devletin kendi içişleri bakanından daha büyük düşmana ihtiyacı var mıdır?

    can dündar devlet düşmanıymış. zeka fışkıran ülkemde bir tek sorumluların sorumluluğu yok. geri kalan herkes düşman.

  • baş parmağınızın yerini göz kapaklarınızın alacağı geleceğin teknolojisi: akıllı lensler

    hepimizin kabul edeceği büyük bir kırılmanın önemli bir noktası olabilir. filmlerde, kitaplarda bir çip takılır, başka bir şey bizi takip eder korkusu vardı. ama bu akıllı lensler sayesinde takip ve araştırma gücümüze, yazılımların sunacağı öneriler de eklenince bildiğiniz tony stark olabileceğiz. tabi pazarlamasını yapmak yerine, gerçekten sırayla neleri değiştirebilir gelin beraber inceleyelim.

    çoğu yerde akıllı kontakt lens olarak geçiyor fakat akıllı cep telefonlarında olduğu gibi bir kelime eksilip akıllı lens, smart lens gibi iki kelimede kullanacağımız bir ürün olacak diye düşünüyorum. akıllı telefonlar ortadan kalkacak. evet, sıkıldık akıllı telefonlardan. şu an en iyisi bile çok işlevli değil. artıları elbette vardı ama bir masaüstü bilgisayarın verdiği rahatlığı bile veremediler. örneğin; geniş ekranda film, dizi seyredemedik, autocad tarzı programları kullanamadık, futbol, araba yarışı tarzı oyunları oynayamadık, ekranı küçük olduğu için kullanması zordu. bir de şarj sorunu var. peki akıllı lensler bize neler sağlayacak?

    mission imposible ghost protocol filminde trevor hanaway (lost'tan meşhur sawyer) yüz tanımlamak için kullanmıştı akıllı lensi. sene 2011. . yine aynı filmde jeremy renner gizli belgelerin fotoğraflarını çekmek için kullanıyordu. çektiği fotoğrafların çıktısını aynı anda diğer taraftan alabiliyordu.

    video ve fotoğraf çekimi; tehlikeli bir yenilik. özel hayatın gizliliği konusu mobeseler yüzünden tartışma konusu, bu bir de üstüne herkesi mobese kamerası yapacak. kötü amaçlı kullanılacaktır ama diğer yandan, hem çok pratik olacak hem de neredeyse her gördüğünüzü kaydedebileceksiniz. yani arada bir kameranın yarattığı mesafe sorunu olmayacak, daha dikkatli bir şekilde zoom yapıp açıyı ayarlayabileceksiniz.

    sağlık konusuna gelince; google'ın aldığı patente bakılırsa, göz yaşımızdan alınacak örnekle, biyolojik verilerimiz bir cihaza aktarılacak ve sürekli takip edilebilecek. akla ilk kan şekeri düzeyi geliyor. inanılmaz faydalı bir yenilik. zamanla çıkacak yazılımlarla vücudumuz hakkında güncel çok daha detaylı bilgiler alabileceğiz.

    sağlık ile ilgili bir tartışma konusu var; yıllardır lenslerin aslında retinaya hatta daha fazlasına zarar verdiği yönünde. bu tarz akıllı lenslerle beraber bu zararın artacağını düşünenler var. sonuçta gözünüzde elektonik değişiklikler olacak. fakat işin diğer tarafında, bu akıllı lensler vasıtasıyla normal lenslerden daha öte bir görüş açısı dijital olarak kazanılabilir. yani daha uzaktaki bir yeri internetin verdiği bilgiler vasıtasıyla - örneğin uydu görüntüsü - görebileceksiniz.

    google'ın aldığı bir diğer patent engelliler için; buna göre akıllı lensi kullanan görme engelli kişi, yol tarifini bir kulaklık vasıtasıyla alabilecek. yol üzerinde bir çukur, bir tümsek varsa ya da önünde dikkat etmesi gereken başka bir engel varsa uyarılacak. sosyal hayata adapte olabilmeleri için büyük bir artı.

    sosyla hayat demişken, bu konuda da çok ilginç gelişmeler olacaktır. örneğin; ikili ilişkiler hiç eskisi gibi olmayacak. biliyorsunuz, vücut hareketlerinden, ne anlatmak istediğinizi gösteren birçok yayın var. bu yazılımların lensle birleşmesini hayal edin. örneğin, karşınızdaki kişinin nefes alıp verme hızını ölçen bir yazılım olacak. siz konuşmaya başlayınca bu hızın kaydadeğer bir şekilde arttığını gösterecek. hatta bunu puanlayacak ve kişiyi olası kategorilere ayıracak. bu konuyla ilgili yapılmış harika bir video var

    enerji konusuna gelince; alınan patentlere bakılırsa, şarj sorunu yaşamayacağız. hatta şarj kelimesini bile kullanmayabiliriz. gözümüzü açtığımızda lensin ekranın sağ üst köşesinde şarj seviyesini gösteren çubukları bile görmemize gerek kalmayabilir. çünkü güneş enerjisiyle şarj olabilecek kadar enerji yetebiliyor. (bir yerde ay ışığını da okudum ) şarj konusuyla beraber bir de fiyat konusu var; bu kadar muazzam gelişme sunan küçücük bir lens kaç para olur? zor bir soru. fakat malzemesi çok olan bir ürün, seri üretimle beraber ucuzlar. hatta bir yerden sonra o kadar ucuzlar ki, kullan at lensler gibi tüketmeye başlayabiliriz. malum göz sağlığı.

    orta vadede akıllı, hareket kabiliyeti yüksek robotlar üretileceğini zannetmiyorum. daha çok bilgisayar teknolojisiyle cihazların daha küçülüp insanlara entegre edileceğini, birkaç jenerasyon sonra, insanların çok daha zeki olacağı kanaatindeyim. tabi herkes için geçerli değil. bu kırılmanın miladı da akıllı lensler olacaktır.

  • haluk bilginer'in başrolde oynadığı, toplumsal ve siyasi pek çok olaya göndermeler yapan harika bir yerli dizi. kısa, öz ve oldukça manidar olmuş.

    beğendiğim bir replik:

    ‘’bu burçlar falan var ya astroloji yani, prensip olarak çok saçma bir defa. insanın kişiliğini doğum tarihinden anlayamazsın. hele geleceğini tahmin etmek, doğum tarihiyle olacak şey değil o. o nasıl olur ancak biliyor musun? doğum yeriyle. insanın geleceğini de kişiliğini de doğum yeri belirler. esasında bu burçları doğum yerine göre ayarlamaları lazım.

    bak, insanın doğum yerine göre kehanette bulunsalar mesela onu anlarım. sonuçta trablus'ta, peşaver'de ya da angola'nın herhangi bir köyünde doğmuş bir çocuğun hayatının neye benzeyeceğini tahmin etmek zor değil. eh… toronto'da, oslo'da, tokyo'da doğmuş da az buçuk ne olacağı belli. bizim anadolu insanı bunu bilir mesela. onun için de yeni tanıştığı bir kişiye “burcun ne?” diye sormaz. “memleket nere?” diye sorar.

    bir de yükselen burç meselesi var. o da vatandaşlık oluyor, yani hangi ülkenin vatandaşı olduğu. o da önemli. suriye'de doğmuş bir suriyeliyle suriye'de doğmuş bir fransızın kaderi aynı olmuyor tabi. burcum halep ama yükselenim fransız. o zaman iş değişiyor tabi. ya da burcum kongo yükselenim belçika. durum farklı. işte benim burcum da kambura. benim kaderim de kambura. ben eğer bugün buralara geldiysem, sırf kambura'da doğduğum içindir.’’

    cemil, şahsiyet, 6.bölüm

  • yıl 2015. yapayalnızım. öyle yalnızım ki hiç kimsem yok. hiç kimsemin olmadığı bir şehirde iş sebebiyle yaşıyorum, ne bir arkadaşım ne bir dostum. iş arkadaşlarımla bile sadece mesai saatlerinde konuşuyorum. zorunlu haller dışında bir muhabbet yok.

    neyse bir akşam eve geldim. her zamanki gibi yapayalnız olduğum soğuk evime. telefonum yok. yok amk. kaybolmuş. bulamıyorum. sağa bakıyorum yok. sola bakıyorum yok. bir çaldırsana diyeceğim biri bile yok. bir iki saat telefonumu aradım. en sonunda kafama dank etti, bilgisayardan ekşi duyuruya girdim. beni bir çaldırırır mısınız evde yalnızım telefonum kayboldu bulamıyorum diye. bir iki dakika sonra hatunun biri aradı. :) telefonu buldum. ben ezile büzüle teşekkür ederken laf arasında işe yarıyor mu bu taktik ya dedi. şok oldum. anlattım. inanmıyor. gerçekten bakın böyle böyle diyorum. ya bırak hehehe falan diyor.

    neyse biz böyle üç dört gün muhabbet ettik. mesajlaştık falan. bir türlü inanmadı. bir ay sonra sevgili olduk. bir sene sonra evlendik. şu an 3 yaşında dünyalar tatlısı bir kızımız var. 2.çocuğumuz da yolda...:)

    nasıl oldu anlamadım.

    debe de bu başlığı az önce görünce aklıma geldi, yalnızlık bir çaldırsana diyeceğin birinin bile olmamasıdır. ama varsa, her şey olabilir.

    bu arada hala o gün telefonumun kaybolduğuna inanmıyor.

  • ferhan sensoyu anma toreninde kultur ve turizm bakani ve akpli beyoglu belediye baskaninin oldugu salonda "70 senedir bu ulkeyi din bagimlisi hukumetler yonetiyor, ama ona ragmen 70 senedir inatla tiyatro yapiyoruz biz, ferhan da inadina tiyatro yapti hep" demis sanatcidir. helal olsundur.

  • game of thrones evreninin bize öğrettiği en önemli şeylerden biri, bir kişinin sadece tahta oturmakla kral olamayacağıdır. işin içinde onlarca farklı faktör var. insanlar sizi destekleyecek mi, otoritenizi kabul edecek mi, emirlerinize kendi çıkarlarıyla çatışmasına rağmen itaat edecek mi yoksa herkese tekrar tekrar kral olduğunuzu hatırlatmanız mı gerekecek bunlar çok önemli. bu evren işte bu dinamikleri çok güzel işliyordu öncesinde. benim beklentim de yeni seride bu özelliğin aynen devam etmesiydi. bir şeylerin işaretleri verildi artık ve bölüm game of thrones'un başarıyla gittiği sularda yüzmeye başladı. şimdi o seviyeleri tekrar yakalamışlar mı bir bakalım.

    ama öncelikle bölümün inceleme videosunu da hazırladım. onun da linkini yazının en sonunda bulabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    öncelikle kral viserys'ten bahsetmek istiyorum. burada fatih sultan mehmet'ten bir örnek vereceğim. malum kendisi küçük yaşta tahta çıkıp geri inmişti. ayrıca babası ikinci murat aşırı otoriter dediğim dedik bir adamdı. bu nedenle ikinci mehmet tahta çıktığında herkes kendisine şüpheyle yaklaştı. e balkanlar falan da kaynıyor zaten, ikinci mehmet'in bir an önce insanlara otoritesini kanıtlaması gerekiyordu. bu nedenle amansız bir mücadeleye girişti ve 21 gibi çok genç bir yaşta o dönemde fethedilemez görülen istanbul'u alarak hem ülke içinde otoritesini sağladı hem de düşmanlarına korku saldı.

    şte kral viserys'in başına gelenler, insanların sözünü bir türlü dinlememesi, herkesin onu bi tarafa çekmeye çalışması bu yüzden. viserys, barış döneminde doğup büyüdüğü için mücadeleye alışmamış. otoritesini kendi lordlarına kanıtlama gereği de duymamış. bu bölümde de o av sahnesinde insanların ona nasıl şüpheyle baktığını net bir şekilde görebiliyoruz.

    ben açıkçası bu anlatımı ve karakteri o nedenle çok beğeniyorum. iç dinamiklerini ve dıştan gelen etkileri çok güzel anlatıyorlar. mesela dany'i jon'u ya da ne bileyim oberyn'i anlatmak bi nebze daha kolay çünkü bu karakterlerin mücadelesini bire bir gösterebiliyorsunuz. viserys'in mücadelesi ise daha derinden ilerliyor. bunu hem yazmak hem de oyunculuk olarak aktarmak ise hayli zor diyebiliriz ve bu dizide bunu çok başarılı bir şekilde yapıyorlar. bu konu da gerçekten tam puanı hak ediyor.

    dizinin diğer alanlarına bakacak olursak da zaman atlaması dışında yine biraz hızlı ilerleme söz konusu. mesela game of thrones'un bir sezonu oberyn'in hikayesi üzerine kuruluydu ve karakteri o kadar güzel tanıtıp o kadar etkili bir final yapmışlardı ki belki dizi tarihinin en ikonik anlarından birine dönüştü bu. işin güzel tarafı bunu sadece büyük karakterler için yapmadılar. baya her yan karakterin bir tanıtımı ve oynadığı bir rol oluyordu. bu dizide anlıyorum merkezde bir targaryen ailesi var ama geri kalan kısımda tanıtımlar biraz zayıf kalıyor gibi. onu da umarım ileriki bölümlerde tamamlarlar.

    bir de dizinin ağır topları olan daemon, rhaenyra ve otto hightower karakterlerine bakalım. bir önceki bölümde rhaenyra'nın biraz seyircinin önüne eski mekanikler ile atıldığını bu nedenle henüz derinliğe kavuşmadığını söylemiştim. bu bölümde ise bu artık başlamış. daha öncesinde kendisi tek varis olduğu için rahattı ama artık bir rakibi var ve bu bir erkek çocuk. o nedenle yalnızlığının farkında ama gururu tehlikede olduğunu anlamasına engel oluyor. bu da geldiğinde yani biraz da kayıp yaşayıp paniklemeye başladığında çok daha muazzam bir karaktere dönüşeceğini söyleyebiliriz.

    otto ise dizinin kötü adam kontenjanını doldurmak için yazılmış ama game of thrones'taki seviyeye hala ulaşamamış durumda. çünkü game of thrones'ta littlefinger ve lord varys gibi muazzam diyaloglara sahip iki adet karakter vardı. bir de bu karakterlerin yanına tyrion'u ekleyince gerçekten muazzam bir sonuç çıkıyordu. bu karakter ise o alanda biraz zayıf kalmış. mesela ne istediğini pat diye söylüyor. evet kendi gücüne ve kralın zayıflığına çok güveniyor olabilir ama game of thrones da biraz diyaloglardır ve ben burada bi kısa eksiklik hissettiğimi belirtmek istiyorum.

    bir de dizinin aksiyon yükünü sırtlayan daemon abiye bakalım. matt smith başka bir dizide falan oynasaydı da ben izlerdim öyle severim kendisini. ama bu rolde cidden harikalar yaratıyor. mesela fark ettiniz mi bilmiyorum bu bölüm hiç konuşmadan oynadı. her şeyi mimikleriyle, hareketleriyle bakışlarıyla falan anlattı. bu da muazzam bir performanstı gerçekten. aksiyon demişken malum game of thrones'un özellikle ilk sezonlarında öyle haldır huldur savaş izlemiyorduk. belki sezon sonu falan bi olay kopuyorsa kopuyordu. ama bazı izleyiciler bundan sıkılıyordu. bu dizide ise biraz aksiyon biraz saray entrikası falan dengeli gidecekler sanırım. yani aksiyon da bi 15 dakika falan sürdü zaten o nedenle ben bu kararı beğendim diyebilirim.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak her ne kadar her bölüm zaman atlaması falan olsa da hikayeyi takip etmek zor değil. zaten büyük bir olayın kopmak üzere olduğu da artık belli oldu. hatta üç aşağı beş yukarı kimin arasında olacağı da anlaşılıyor. biraz daha yan karakterlere ağırlık verip diyalogların da yükünü taşıyacak anlar yaratılırsa yine efsane bir diziyle karşı karşıyayız demektir.

    ha bir de yukarıda inceleme videosu için link demiştim. ona da buradan göz atabilirsiniz.

    https://youtu.be/itmrauopk08

  • seçmenini çok iyi tanıdığı için açıklamayı yaparken "türkiye'nin bazı assetlerini satacağız" demiş. nasıl olsa seçmeni asset kelimesini anlamıyor ya. ülkenin varlıklarını satacağım yani izmir alsancak limanı, botaş, turkcell, thy ve saire dese kendi tabanı bile anlar çünkü. bilmedikleri kelimeleri seçip kullanıyor, sonra da diyor ki "botaş'ı satacak diyorlar yok ne alakası var biz neyin satılacağını biliriz" sanki botaş asset değilmiş gibi, yani asset derken böyle kurumlardan söz etmiyorum başka şeyler yaaaa satılacak olanlar dert etmeyin mesajı veriyor. tabanı da bunu yiyor. sen kalkıp varlık fonundaki kurumları satacak bu adam dediğinde de seçmeni sana çemkiriyor niye iftira atıyorsun diyor. vallahi yıldım ya.

  • sen milliyetçi misin sen, kıyamam yaa. türk değil türkiyeli misin sen. ülke savaşa girecek olsa topuklayıp londra ya kaçacak tiplere bak hele.

    sınırları yol geçen hanına, pasaportu satılığa çıkan ülkenin artistinin açıklaması.